24 Ağustos 2011 Çarşamba

Bağ Bozumu

içlenip içlenip, başı gönlü büzüklenip, bir türlü ağlayamayan; gözünün yaşını içinden saklamasın diye cenazeye gidip duran bir adam var. orada hüngür hüngür ağlayıp dağa taşa söven. odasındaki duvarlara ucuz şarap döken.. kimin öldüğünü bilmeden; güneş gözlüklerine aldırmadan. buzlu camları ve uv ışınlarını ışık yılı geride bırakmış bir adam. deniz şortu bir de parmak arası terliğiyle...
ayağı yer yer plastiğin mor rengini almış, yaşadığı aura biraz ekşi kokuyor. geceleri 3'ten sonra al al olur elmacıkları. o bunu sabahın körü diye tabir ediyor. eşikten uğrayıp kaçan pis fareye gün dönerken bir methiye düzüyor.
pek estetikmiş gülüşü. evet farenin. adam öyle söylüyor.
fare de onu görmek için değil, hiç susmayan rehavi makamdaki şarkılar yüzünden oraya gelip durur. hem o mayhoş kokuyu da eski peynir sanıyor. ben bunu bilirim tabi, Hakan henüz bilmiyor.

19 Ağustos 2011 Cuma

Hal-i Pürmelal

Hiçbir yaşam belirtisi yok. 
Adamın saçları uçuşuyor tamam. Günden yahut trafo seslerinden değil yok.
Tenha bir lodos esiyor denizden. Beklenenin aksine ulaşımı da kilitliyor evet. Ama o kadar. 
Biz yalnızca üç kişiyiz. Rüzgar da üç kişilik esiyor. Tenha, bir de namüsrif üstelik.
Hiçbir yaşam belirtisi yok. Yakın çevresini oyalayan kuşlar dahi şöyle bir süzüp uçuveriyor hemen.
Ahaliyi kovup koca odada misafir bekleyen beyaz örtülü koltuk gibi
Eşikte tüm haylazlığıyla parmak uçlarını gıdıklayan çocuğa katiyen mani olan üstelik.


Bana mı dedin? diyerek döndük üç yüzümüzü. Sokak fısıltılarını birbirimizin diline mâl etmiş, kalan bencillikte duymak isteneni algılamıştık. 
Hayır dedim, bir diğeri başını iki yana salladı; sorarken bile öylesine olduğunu bilen öteki ise çoktan yeni dalgınlığını göz hapsine almıştı.
"Hayır"ın yanlış anlamaya mahâl vermeyecek olgunluğu bulması, soruyla danışıklı bir orantı tablosuna bağlı. "Bana mı dedin?" fırsatını reveransla karşılarım bu yüzden.
Lodos sustu, tekneler alabora. Üçümüz toprakları eşeleyip yeraltı canlılarına güneşle eziyet etmeye çoktan alışmışız. 
Görünen o ki; iyi halden yırtmak için daha kötüye muhtaç olmaya da doyamadık henüz.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

5.7

Fay hattı üzerine hesapsız bir denge harcı karıştırdık. Hep daha mutlu olmaya uğraşıp ne çok kırılmışız. Şimdi ne? dersen eğer; telefonu nereye koyduğumu unutmak, ses peşinden savrulmamaktır derim. Kuyruklu bir deniz yıldızıyla eskimeye meylederim. Saate bakmak için üstüme sayfalar fısıldadığında. 

7 Ağustos 2011 Pazar

Piksel

Bu koltuğun sana göre sağında otururken ben, gümüş çaydanlıkta bir yaramazlık haresi oluyorum.
Demlik poşetleri daha sağlıklı buluyorum, hiç bir boğulmaya mahal vermiyorlar. ipi ve alaşımı da yok üstelik. Tıkanmış lavabolar, düğüm olmuş ayakkabı bağcıkları, kredisiz su kartı, ziraat bankası sırasında bavullu öğrenci topluluğu... Dünden cebime sıkışan.
Üşengeçliğim bir bahane değil, eylemsizliği övünerek baş üstünde taşıyorum. Sanki hiçbir şey sığmıyor yaşam alanlarına. Metrekareye dokuz can sıkıntısı düşüyor. Birini göz ardı etsem diğeri çelme takıp kikir kikir gülüyor omzumda. Ya da ben öyle sanıyorum. Çetrefildeki fil ve fiyonk makarna insan yaşamında bir mevsimi ele geçirebilir. Tehditsiz ve tereddütsüz. Oysa hala, kış mevsiminin Aralık değil de Ocak'ta başladığını; yazın ise salıncaklar yağmura boyun eğdiğinde bittiğini biliyorum. Neden özel isim olduklarını değil.
İhsan Oktay Anar yeni bir kitap yazana kadar böyle gider bu.

Saat Farkı

Merkez caminin kuşları bu tarafa günün ilk şakımasını demeden, bolayır sokakta bir genç kadın tekerlekli kırmızı bavulunu sürüyerek evine girdi. Şu an Arjantin'de bir manifaturacı ne yapıyordur acaba? 

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Detone

Bratislava'dan bir grup fil gelmiş Haydarpaşa'ya
Benim içim eziliyor faili kör kurbağalar


Apartmanı temizlettik kötü kokmuyor artık
Yine de bazen, dış kapıdan içeri manşetler sızıyor
Mani olamadık


Ben bir Piyale Madra karikatürü gibi bakıyorum kendime
Eski gazetenin ikinci sayfasından.
Gülümserken azıcık rengim kaçmış
Ama içim eziliyor
Yeşilin tonunu da bilmez kör kurbağalar.