17 Aralık 2011 Cumartesi

Metamorfik Kayaç

Bir sigara daha içersem derse geç kalacağım.
Üç sigara daha içtim.
Yakıştıramıyorum diyor 11 yaşındaki heykeltraş.
Yakıştıramıyorum sigarayı ağzına.
Yakıştıramıyorum her akşam susamlı bisküvi yiyip, dişimde ebegümeci kalmış gibi yapmayı
kendime.


10 Aralık 2011 Cumartesi

Mikoriza

Yok, söylüyorum sen yanılmış olamazsın.
İstemeden kapıyı çarpıyorum, kimvurduya gidiyor tıklamalar.
Kendi gurbetimde kişi başıma düşen
gayri safi milli gelir dışında
damağa feci batıyor şu şekerin çubuğu.
Yok, diyorum bitebilemez lazımlıklara duyulan ihtiyaç
Trompetler ve akordeonlar hala çok gizemli sanıyorum.
Sümüklü böceğe mahlas koymuşlar kelebek diye
Kelebek anılınca peşinden yapışkan bir sızıntı bekliyorum
Sağ serbest diyor bir yandan muavin

Öte taraftan,
iki eli iki dizinde

Mavi dolmuş camından para üstü saymak üzre
sakızını yutar çocukluğum.


1 Aralık 2011 Perşembe

Lacivert hırka giyerdi, çok fena renk körüydü Naci.

Henüz güzel olmadı hiçbir şey. Hâlâ tedirginim "hiçbir şey" in nasıl yazılacağı konusunda. Kış gelmedi. Hava soğuk. Güneş var ama. Yerler buz. Güneş var. Herhangi bir başarıya yer açmamak için çabalıyorum. Ödevleri ve akşam yemeklerini tam bitirmiyorum. Sabahları ev soğuk oluyor. Yorganı kılıfa koymadım, üşeniyorum. Kurumuş çamaşırları kapı köşelerinden toplamadım.
Bir İstanbul var, baktığım her yerden Galata Kulesi'nin bir kırıntısı görünür. Öyle bir İstanbul. Özlüyorum, öyle çok şeyi özlüyorum ki. Arı kovanlarına hikayeler fısıldamış, bir kuzuyu aylar boyunca ellerimle beslemiştim 5 yaşında. Elimi ısırmazdı hiç. Kör kediyi bisküvi ile beslemiştim 2,5 yaşında. Bisküvi yemezmiş kediler. O yiyordu vallahi, belki de bana ayıp olmasın diye. Elimi ısırmazdı hiç. Göz göre göre kötülük yapmak için hem de, yanlışlıkla bile. Hayvanlar öyle değildi. Bir sene sonra kestiler kuzuyu. Gösterdiler bana. İnsan. 

Aslında çok severim. Aslında.
Tramvayda baktım böyle. Dağınık yatakları bırakıp çıkanlara. Gece, kendini karanlıktan alamayıp uyumadılar belki. Şiş gözlerini gizleyemeyen makyajlar yaptılar. Derin yüzlü bebeğe nazar duası okuyup çıktılar. Her şey yolundaymış tekerlemesini tek solukta söylemek için. Kulaklıklarına şarkı beslediler. Yeni bir şarkı, yeni bir kitap yok. Bir sürü kitap var, yeni bir kitap yok. Bir sürü ağrı kesici, depresyon örtücü, dişli, kalemtraş, fermuar, atkı, gözlük kabı, oyuncak, elbise askısı, çamaşır deterjanı, sırt çantası... 
miş gibi olsun diye. Mavi sırt çantamda Kıvanç'ın sihirli dediği küçük kozalak var. Parçalanmış, çok bakmıyorum. Yıllarca taşıdığım yarım yuvarlak pembe taş geldi aklıma. Oh, kitaplıkta duruyor.
Yahu hâlâ tedirginim ben "hiçbir şey" yazarken bile.

Fırtına kuşu anlamına da geliyormuş hydrobates pelagicus.