30 Eylül 2012 Pazar

şu sokakta gülenler şurda bağıranlar filan gelen motor sesleri evcil hayvan hırlamaları filan şu karşımda duran hep öylece duran işte zamana göre renk değiştiren koltuk mesela şu kadınlar bir de adamlar bir de saçlarını anneleri görmeden bozan çocuklar çoraplarıyla başı dertte olan çocuklar ve yansıtıcılar...
benden ne kadar da uzaklar şimdi.



26 Eylül 2012 Çarşamba

motorlu taşıtlar vergisi

susup kalıyoruz aniden.
"dünyada iki tür insan vardır" a geliyoruz. 'iyi' ve 'kötü'nün bahtına kartlar açıp; sanki iç organlarımızı ezen bir karavanda..
karavanlar hep bilinmeyen yerlere gidip eski tencerelerde yemek pişirmez; kaza da yapar yakın virajlarda..
bakıp kalıyoruz aniden.
"dünyada iki tür insan vardır" a geliyoruz. 'paten kayanlar' ve 'pateni bilmeyenler'in bahtına yalan atıp köşedeki çocuğun peşinden..
altgeçite iniyor bilinçaltını korkutmamış çocuk.
altgeçitin resimleri yoldaki kadar boyutsuz,
boyamayı soket çorabında unutan bir ressama benziyoruz.
kenarı çizili tüm niyetlerin. renklere mahal yok fakat; o gördüğüm yağmur bulutu mu, yoksa düş balonu mu, anlamıyorum.
doldurulmuş ve dondurulmuş hayvanlar keşmekeşinde eski bir tencere duruyor sanki. iç organlarımızı karıştırıp, aklımızı içine atıverip -lakin yanlışlıkla- ve harlı ateşte..
renklere mahal vermeden fakat.
kaçıp duran bir şeyler var yine de. taşıyor da, kendini görünmez farz ediyor.
biz hala susuyoruz.
yok tencere olamaz bu, sen ona de ki cadı kazanı.




"Quoddam ubiquae, Quoddam semper, Quoddam ab omnibus, creditum est!"

22 Eylül 2012 Cumartesi

Teyp Çalar

Konuşmanın bir yerinden sonrasını takip edemedim. Herkes kendi eşsiz hayatından bahsetmeye başladı. Siber internet kabloların kırıp kırıcılığından söze girip, üç dakika içinde eski sevgililer üzerinden "benim huyumdur.." güzellemesi yapılıyordu. Dünyada sodyumu %43 azaltılmış soya sosunu kullandığı için kutsanması vahyolmuş tek kavimdik. Bunu sadece deri ceket giymeyi iple çeken yavru balinalar biliyordu.


18 Eylül 2012 Salı

Donatello: Kadın uyandı, Raphael ona bir çay koydu. Artık gerçek olduğumuzu düşünüyor.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Adam gitti, yüzü yeni gün.
Kadın oturdu tabaklarca tatlının başına. 

16 Eylül 2012 Pazar

Diğer Muhit Acemisi

Bir gün seni sevmekten vazgeçeceğim için şimdi çok seviyorum, diyor. Yüzündeki tüm kaygıları, nadiren heyecanlandığında perçem uçuşunu ve göze alamadığın an'lar toplamını bu yüzden içime çekiyorum.
En gereksiz "Niçin?" e verilebilecek en gerçek yanıtı veriyor bilmeden. Şehirlerarası yollarda kompartman penceresinden gizlice fırlattığı hesap makineleri hatrına ara istasyonda bir sigara içiyor acele. Sivrisineklerin kulak vızıltısına benzer, 20lik diş kamaştırır acele.
Bir yerden gidiyorken, hiç bakmadığı gibi bakıyor insan. Kaldırım taşlarına bile, kafelerden kaçan müziğin ritmine, şehrin zaman ışığına, çocuk ayakkabılarına... Bir gün dahi gidecek olsa, değişecek sanıyor her şey.
Veda etmeden çıkıp gitti bu defa. Yolun nereye varacağını sadece kendisi biliyor, sırt çantası bile lüzumsuz hazırlık karşısında fermuar diretiyordu. Bırakıp gidebilmek kusursuz iç aksan gerektirir. Yalnız başına geçilen pencereler akşam güneşini kirpiklerine püskürtür.
"Yalnız kendin biliyorsun kendi acılarını. Bir kendin eyleyebilirsin fen dersinde oyuna kaçmak için yalan uyduran ruhunu." diye fısıldayıp duruyor yol kahveleri.
Pencereye dayadığı dirseği kızarırken, sindirilmiş güzelliği fark etti kısacık. Gözünün önünde ağaç birikintileri, yalınayak oğul otları, sonbahar kurusu mısır tarlaları... değişiyor, dönüşüp sokak köşesinde birleşiyordu aniden. Sözleşmeksizin hep aynı yerde buluşan üç çay içimlik arkadaş toplanması gibi oluyordu bu. Selam verip öpüşmeden, ölüm ihtimalini ve nezaket kurallarını çoktan topuzundan sökmüş, saçlarını dağıta dağıta öyle..
"Yattığın yerin hiç önemi yok başını kaldırınca yıldızları göremiyorsan. İstediğin an çıkıp gidemiyorsan eğer; bu ancak büyük ünlü uyumuna uyan bir 'mutluluk'tur." dedi. Yoksun yaşlı adam. Yaşlı adamın yoksunluğu, onun prangasından başka bir şey değildi oysa. Kokular birbirini kovalıyor, yeni hatıralar için eşsiz fon müzikleri konduruyordu burnunun direğine.
Ayağında pranga ile bu kadar yol gitmek zor olmuyor mu diye sorup durdu mevsimlik işçiler nereye dönse. Bakıyor fakat hiç birşey göremiyordu. Yapma çiçeklerle bezenmiş akıl fileleri, free shoptan kendi fiyatının çok altına aldığı parfümler, geri dönüştürülebilir kumaştan üretilmiş çorapları, ayakkabıları... Ama nerde, prangası yoktu.
"Dönünce yapılacaklar" listesini atıverdi önce. Atıverdi, yürüyerek 4 saatte gidilen şelaleye. Yapma çiçekten bonesini dağıttı, iç çekti karanfilli sigaradan daha afili hem de. İç çekti, içinden attı sevgilisini. İyi ki zamanında çok sevmişti ince perçemlerini. Kredi kartını geri dönüşümlü verdiklerine ilk defa sevindi, "düşünmüş adamlar yahu" diye diye onu da toprağa sapladı. Dağ başında sesi yankılanıyor, kızarmış yanaklarına pervasız tokatlar atıyordu. Dönmem herhalde artık diye düşündü geldiği yere. Bir daha karışık deniz mahsüllü noodle yemem, aylık dergileri iple çekmem olur biter.
Tabi ki dönecekti tabi ki...
Hem cuma gününe iki gün kaldı, beklediği film bu hafta gelirdi herhalde.
Dirseğine batan pervazlar, gözünü kamaştıran ışık, çocuk ayakkabıları, kafeden kaçan müziğin ritmi. Hepsi tamamen aynı.

Şehri koklayınca mahçup gülümsemez mi bir de. Narin prangasını burnuna hızma yaptı.



1 Eylül 2012 Cumartesi

hırdavatçı

mevsim geçecek yeşillenmeye anı var.
turuncudan yakışanı yoktu üstüne göğün.
yağmurluklar. üstelik siyah. yağmuru demeden taşıyor.
ıslağın da bir derisi var.
sümkürdüğünü dahi bilmediğimiz artistlere benziyor.

bir çerkez kızının gözünde iki güne sığdı koca krallığım.
ayağımı burktum gülümsedi.
rakı içiyordu kendi bağında.
ayağımı burktum yanına varmaya.
gülümsedi.
üzümleri doladı serçe parmağıma
içimden çok üzülüverdim.
üzülüverdim diyorum geçti çünkü anlamadan.
şarap sarhoşluğu hüküm sürüyor şimdi hûlyalarımda
iç üzgünlüğün de bir derisi var
uykuda açık kalan radyonun sabah haberine benziyor
ritmik rahatsızlık diyecek buna bilim, düş ahengin hatrına.
bende demesinler bakışı
saf dışı kalasıya direniyorum
mimiklerimde çelik yelekler var.

göbek bağlarıma köpek dişlerimi geçiriyorum.
geçici krallıkta karamelize köşe takımları
bir de mutfak zerzevatları var.
iç öfkeyle büyüyüp
köşecikte atıp tutmak hevesine
raptiye olsun diye.