16 Eylül 2012 Pazar

Diğer Muhit Acemisi

Bir gün seni sevmekten vazgeçeceğim için şimdi çok seviyorum, diyor. Yüzündeki tüm kaygıları, nadiren heyecanlandığında perçem uçuşunu ve göze alamadığın an'lar toplamını bu yüzden içime çekiyorum.
En gereksiz "Niçin?" e verilebilecek en gerçek yanıtı veriyor bilmeden. Şehirlerarası yollarda kompartman penceresinden gizlice fırlattığı hesap makineleri hatrına ara istasyonda bir sigara içiyor acele. Sivrisineklerin kulak vızıltısına benzer, 20lik diş kamaştırır acele.
Bir yerden gidiyorken, hiç bakmadığı gibi bakıyor insan. Kaldırım taşlarına bile, kafelerden kaçan müziğin ritmine, şehrin zaman ışığına, çocuk ayakkabılarına... Bir gün dahi gidecek olsa, değişecek sanıyor her şey.
Veda etmeden çıkıp gitti bu defa. Yolun nereye varacağını sadece kendisi biliyor, sırt çantası bile lüzumsuz hazırlık karşısında fermuar diretiyordu. Bırakıp gidebilmek kusursuz iç aksan gerektirir. Yalnız başına geçilen pencereler akşam güneşini kirpiklerine püskürtür.
"Yalnız kendin biliyorsun kendi acılarını. Bir kendin eyleyebilirsin fen dersinde oyuna kaçmak için yalan uyduran ruhunu." diye fısıldayıp duruyor yol kahveleri.
Pencereye dayadığı dirseği kızarırken, sindirilmiş güzelliği fark etti kısacık. Gözünün önünde ağaç birikintileri, yalınayak oğul otları, sonbahar kurusu mısır tarlaları... değişiyor, dönüşüp sokak köşesinde birleşiyordu aniden. Sözleşmeksizin hep aynı yerde buluşan üç çay içimlik arkadaş toplanması gibi oluyordu bu. Selam verip öpüşmeden, ölüm ihtimalini ve nezaket kurallarını çoktan topuzundan sökmüş, saçlarını dağıta dağıta öyle..
"Yattığın yerin hiç önemi yok başını kaldırınca yıldızları göremiyorsan. İstediğin an çıkıp gidemiyorsan eğer; bu ancak büyük ünlü uyumuna uyan bir 'mutluluk'tur." dedi. Yoksun yaşlı adam. Yaşlı adamın yoksunluğu, onun prangasından başka bir şey değildi oysa. Kokular birbirini kovalıyor, yeni hatıralar için eşsiz fon müzikleri konduruyordu burnunun direğine.
Ayağında pranga ile bu kadar yol gitmek zor olmuyor mu diye sorup durdu mevsimlik işçiler nereye dönse. Bakıyor fakat hiç birşey göremiyordu. Yapma çiçeklerle bezenmiş akıl fileleri, free shoptan kendi fiyatının çok altına aldığı parfümler, geri dönüştürülebilir kumaştan üretilmiş çorapları, ayakkabıları... Ama nerde, prangası yoktu.
"Dönünce yapılacaklar" listesini atıverdi önce. Atıverdi, yürüyerek 4 saatte gidilen şelaleye. Yapma çiçekten bonesini dağıttı, iç çekti karanfilli sigaradan daha afili hem de. İç çekti, içinden attı sevgilisini. İyi ki zamanında çok sevmişti ince perçemlerini. Kredi kartını geri dönüşümlü verdiklerine ilk defa sevindi, "düşünmüş adamlar yahu" diye diye onu da toprağa sapladı. Dağ başında sesi yankılanıyor, kızarmış yanaklarına pervasız tokatlar atıyordu. Dönmem herhalde artık diye düşündü geldiği yere. Bir daha karışık deniz mahsüllü noodle yemem, aylık dergileri iple çekmem olur biter.
Tabi ki dönecekti tabi ki...
Hem cuma gününe iki gün kaldı, beklediği film bu hafta gelirdi herhalde.
Dirseğine batan pervazlar, gözünü kamaştıran ışık, çocuk ayakkabıları, kafeden kaçan müziğin ritmi. Hepsi tamamen aynı.

Şehri koklayınca mahçup gülümsemez mi bir de. Narin prangasını burnuna hızma yaptı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder