23 Kasım 2012 Cuma

Sevenler sevmeyenlere anlatsın
süt içtiği bardakla kola da içer insan. sütün yanında sigara da içer insan.

şehirde güzel şeyler olmuyor son zamanlarda
bazen başka coğrafyalara yürümek öyle cazip geliyor ki...

Yunus aradı Macahel'den. Kar yağdı buralara, dedi. Kar makinelerini hazırlamışlar. Köy öyle sapa ki; kış kıyamette, acil durumlarda hastaneye varmak zor olduğundan Batum kapısı açılıyor. Seviyorlar, bırakıp gitmek akıllarına bile gelmiyor. Doğru diyorlar, yıldızlar hiç bir yerde öyle güzel parlamıyor.
Sonbahar filmi geldi aklıma. Ordaki gibi, Kasım ayında kar. Filmde Yusuf, Sonbahar'da yaylaya çıkmıştı. Gitme demişlerdi, aldırmamıştı. Karla kaplıydı yayla.. Yusuf ölecekti, biliyordu.
Filmdeki gibi gitti Emre. Gencecik yaşında, puslu sonbaharda. Ela bakışı kaldı, sevdiği seveceği kadınlar, dost sohbetleri, özleyeceği şehirler, yıldızlar, mevsim geçişleri... hepsi burda kaldı.
Gitti Emre Sonbahar'da.

14 Kasım 2012 Çarşamba

Birden, tüm 'sonradan yapılmışlar' anlamını yitiriyor. Mahremiyetini korumaktan vazgeçiyor bütün o -özel- dedikleri. Yaşlı adamın altın kutusu, çocuğun çok gizli saklanma yeri, genç kadının ayak bilekleri.
Birden, hayat birdenbire.. Hayat birdenbire işte.

11 Kasım 2012 Pazar

 













 "..Ne diyordum, dünyanın düşünceleri yoktur. Otların canı sıkılmaz. Kurşunkalem kendini ağaç sanır. Ufuk, hüthüt kuşu. Seni bilmem, bir söylene dönüşmek içindir dünya. Onun için başka bir son yok. Bir söylene dönüşmek, bir söylen olmak! Sonsuzluk dediğimiz budur.."

İlhan Berk - Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum

4 Kasım 2012 Pazar

İç Aksam Rasathanesi

Rapor:
Artçı sarsıntılar hakikisini aratmıyor. Depremi kabullenme evresi aylar sürdü. "Yok yahu değildir, tansiyonum düşmüştür, yoldan kocaman kamyon geçmiştir, yandaki inşaat yüzündendir.." Bunlar yalan dolan(mış). Sarsıntının adı aynı olsa da şiddeti kişiden kişiye değişiyormuş. Bu nedenle hakkındaki filmler hep başka seyircinin ilgi odağı olabiliyor.
Kaynaklı benzetmeler, yolda görme ihtimalleri, gözü kulağı dört açma ve iç organları sokaklarda, sandalye minderlerinde bırakma evresi sona ermek üzere. Ha bu demek olmuyor ki, enkaz kaldırıldı. Ortada görünür bir enkaz olmasa da; çatıdaki kiremitler gerek benim, gerek yakın çevremin ayak parmağı ve kafa tası köşesinde fink atıyor. İtina ile kandırıyor bir de. İncitmeden kandırıyor olması çok acı bu kiremitlerin. Yaralansa şükredecek insan.
Mide bulantıları, kol uyuşmaları, göz dalmaları filan bunlar çoktan geçti. Yaklaşık üç gün boyunca içimin zehrini evdeki halıya bile püskürttüm. "yok canım deprem değildir, üşütmüşümdür, soğuk soğuk içtim sıvıları o sıvılar gün gelir boğazını gıdıklar.." Bunlar hep bahane(imiş).
Sırıtma evresi. Hayır o geçmiyor. Mizaç itibari ile aralıksız yarım saat sabit sırıtışla bakabiliyorum zaten. Artçı sarsıntılar ile "aman hayat aslında pek güzel bakın pıtı pıtı yürüyor civcivler" bakışı vâkıf oluyor bu doğal afetin uzantısı olarak. Uzaktan böyle görünüyor. Bina dışına kaçan kablolar fark edilemiyor. Olsun.
Gerzeklik de baki. (Bunları yazarken Tdk'nın sesli harflere şapka konulmasın maddesini kınayayım bir de.)
Gerzeklik diyordum. Tabi. Sarsıntı sonucu kimseye kulp takacak hâl kalamıyor. Yollar bir kişinin geçeceği kadar dar olduğundan zamansız mekansız akıl tutulması tek bünyede tüm varlığını sürdürüyor. Hiçbir acil yardımı kabul etmez oluyor.
Ego diye bir şey kalmıyor. Bu güzel işte. Afet ve artçılar ile fay hatları kendine geliveriyor, sadece kimliği alıp kuşatma mekanlarından sıvışıyorum, egolar uç boşluklarda.
Hâlâ üç saat uyku yetiyor. Tavşan uykusu. Bu da fena değil. Uykusuzluğa ne kitaplar filmler sığıyor, fakat hiçbiri sinmiyor, iyi yemekler dahil. Uğraşlar da felaketin yasını tutuyor. Adam Olacak Çocuk'ta şarkı söyleyen çocuklar gibi 'yarım nefes; içe at sözün birazını' kuralı benimseniyor istemsiz.
Bağırmak, sertçe bir cisime vurmak, göz kanallarında zap yapmak.. rahatlattığı söylense de afet bölgesinde olacak şeyler değil.
A bir de, kör oluyorum. Hadi bu deprem, ama insanlar sel baskınları, açlık, amansız hastalıklar.. ile de mücadele ediyor. Biliyorum. Fakat afet mağduru olarak başıma geleni büyütmeye mecburmuşum gibi fısıldıyorum içimden. Kırmamak isteyip de çok kırıyorum kimilerini.
İç Aksam'da Jeodezi Anabilim Dalı açmak bir ütopya olduğundan, aşırılıkları kendimce eylemeye çalışıyorum.
Ben olmayan bir ben gibi göründüğüm anlar sonrası pişmanlıklar oluyor, binadaki çatlakları sıvayıp sonra sıvışırsam bir nebze daha toparlanacak sokaklar.
Öyle bir gözlemevi ki bu, kendi uzayından görüyor kendini, bir iki sıyrık dediklerini kan kaybından ölünecek yaralar zannediyor.
Biliyorum.
Şekerle kaplanmış dikenler var. Tatlı tatlı batıyorlar. Fakat, tecahül-i arif denilen, liselerde öğretilenden öyle başka ki...