23 Ocak 2013 Çarşamba

Gelecek Zaman Geçmişi



Böyle kaç saat durduk bilmiyorum. Ben konuşmadan iki buçuk dakika durabiliyordum, su üstünde. Ağaç köklerinde.
Unutulan sigaranın sönüşüne baktık. Külünde öylece kalıyordu yazısı 1.4 diyafram.
Birden bilmeseydim dedim.
"bu kendimle, şu yaşımda olsaydım" gibi patavatsız bir istekti, biliyorum.
-Bu kendimle bu soundtrackler bir yere gitmez ama-
"Akşam olurken, akşam oluyorsa eğer. Yani akşam." dedi sustu.
Başımı salladım ağır çekimde. Aklımda karıncalar. Ama duydum ne dediğini. Akşam oluyorsa eğer, işte kışın saat 5 sularında.. Oyalanacak bir şey bulurum mutlaka. Önüme çıkan ilk filmi izlerim mesela. Bir şarkı dinleyip gözümü yumarım. Akşam oluyorsa ölmediğini düşünüyor insan çünkü eğer; kaldıysa.
Kaç bardak çay içtik bilmiyorum. Sıcaktı bazıları. Yapraklar düştü masaya. Yıkıyorlar en sevdiğim parkı. Kırmızı boyası yer yer dökülmüştü. Rengarenk yaptıklarında anlamalıydım az zaman kaldığını.
Sevdiğimiz birkaç şeyden bahsettik. Yıllardır aynı. İnsan, geçecek zamana iyi tahayyüller yüklüyor hep. Bir nevi düş yapıştırıcısı. Sonra güzel olan, sayfada yıllar evvelin canlandırması.
Avam otel odalarındaki nevresimleri seviyordum ben mesela. Hani genelde beyaz olan. Temiz görünsün diye biraz daha uğraşılan.
O, bağcıklı ayakkabıları. Çalar saat tıkırtısını; her gece kurup her sabah çalmadan gözünü açtığı. Hala.
Geçti tabi yanımızdan kediler, köpekler.. Geçti tabi kahve fincanları. İkimiz asla falları aydınlık görecek kadar yalancı olamadık, kapatmadık hiç öyle baş aşağı.
O, mutfaktaki bulaşıkçıyı da düşünüyordu eminim. Bir ah daha almadan geçeceğim içi kabarmış ahalinin içinden. Derdindeydi biraz.
Gözümüze bakıp "bak gerçekten" diye sırıtanları konuşmadık. Gidişatı, ve gitmek istediğimizi. Tadı kaçan yiyecekleri, artık üretilmeyen telefonları, çocukluğumuzu, gönül bağlarını, ekonomik durumları, ailevi meseleleri, hastalıkları, yeni filmleri, kapanan sinemaları, kar yağışını, balıkçıları... Konuşmadık.
Susacak onca şey vardı. Seçip alıyorduk hepsi havada asılı. Fallardaki önü açık yollarla bağlanmış kaydıraklara sanki. Susturucular.

17 Ocak 2013 Perşembe

seküler

Eşyanın hükmüne kapıldım.
Eski buzdolabı kulpunda örgü süs,
şu yuvarlak fırınlar yer yer kırmızı,
soyulmuş masa köşeleri,
kahve izi iç cebinde mavi kupanın.
Eşyanın hükmüne kapıldım.
Nefesimi soğuruyor zamansız.
Unutulmuş bahçesi, salıncak iskeletlerinin.
Omzumdan bir bir kayıyor
onca söz verdiğim yeni yetme.
Çatılarda toplarım.
Oyunlar sinmiş üstüne.
Patlak, yarım, sönük.
Yakan top da bendim, istop da;
ortada sıçanı vuran bendim, on pas da...
Kulağım tıkalı kompakt kaset bantlarına
Tınılar ki şimdi taş toprak aleyhine delil mırıldanıyor
Şu köşeyi dönmeyeceğim.
Dönünce geriye bakamam artık.
Karşıma çıkacak biliyorum, öyle ufacık boyuyla hem de
Elini dayayıp el örgüsü kazağıma
Umarsız çekiştirecek
'Yaş almak korkunç bir şeydir bayım
Sevmeye alıştıklarının bir bir gitmesini görmek
Binaların yıkılması
Eskisi gibi tat almamak zeytinli simitten
Ölmesi aniden "yarın görüşürüz"ün.

Hayallerin yük olması uzun gemi yolculuklarında.'
Bıraktıkça küçülmek, unutmak, unutuşa zorlanmak...
Korkunç bir şeydir bayım.
İşte kitaplara dönüyor dünya, dünya bittikçe filmlere dönüyor.
Bir çocuk büyümüyor
"bayım" derken gözleri, eski dolaptan kiloca dondurma aşırmaya koşuyor.
Topu kaçmıyor çatılara, gitse bile inanmıyor.
-Patladı demeye de çekinir insan-
İçine dönüyor omzuma basarak
düş tıkalı gemilerin.
 
Macera bunda başlıyor.

1 Ocak 2013 Salı

Gun Holster

Yüksek yargı karşısına yüksek topuklarla çıkıyor Aylin.
Ne zaman bir kadın ismi atacak olsam kafadan; Aylin derim.
Geçen akşam otobüs durağında tam beş kişiyi kurşunladı Aylin.
Ben de yakıştıramadım, hepimiz şaştık kaldık.
Tanıdığım Aylin, saatinde gelmeyen otobüslere kızıp duraktakileri vurmazdı.
En fazla parende atardı oturma yerlerinde.
Oturma yerleri tıklım tıklımmış, yapamamış belli ki.

Beklemek çok zor, bekletilmek...
Hastanelerde, bankalarda, ev çekilişlerinde, eldiven kasalarında...
Beklemek canına tak etti Aylin'in.
İkisi sonradan görme, tam beş kişiyi kurşunladı Aylin.
Mahkemede ise sustu kaldı.

-13 pont topukla nasıl yürüyor bu Aylin?
-Parfümünü yeni almış, koridor titriyor rüzgarıyla.
-Sahi, silahı nereden buldu ki Aylin?
-Evini kimse görmemiş, dediler. Dışardan bile...

Hazır yakalamışken,
Örgüt üyesi olmak suçuyla yargılandı bir de Aylin.
Bilgisayarı ve ikisi sondan eklemeli beş yeni dil bulması delil sayıldı.
Mahkemede sustu kaldı.
İçinden konuşuyormuş lakin:
40-50 yıl olmasa müebbet deseler bari.
Çünkü çok zor beklemek, bekletilmek.
İçerde ve -sonsuz göğün altında-

Tıngır mıngır yürüdü Aylin.
Ayağı bir gıdım takılmadan üstelik.


Marc Chagall. Rain (La Pluie). 1911