28 Şubat 2013 Perşembe

Kimse kusura bakmasın, asıl pinokyo benim! Burnumu akıntıya kaptırdım, su kaçtı solungaçlarıma da. Taklitler aslını yansıtır, su bulandı burnum düştü diye. Yüz küsür yaşına geldim; evvelden alacalı hulyalarım.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Procellariidae

    Eşya her yerde, her yerden gitmeye mani.

İnsanın ayakkabısı dolabı çekyatı sırt çantası bile... 

                   olmasa daha erken. gide.  
         
gitmek daha erkenden olur.
du. sevmediğini söyleme.

    söylemek.
daha erken.
 den.
                     Eşya her yerde.
 

 


ve her yerden gitmeye mani.                                                       

                    Herkes      
                                      bir
                            çek.yat
                                    sahibi
                   olamasay.dı.
                                             nice olur
                                           du. ahvalim
                                               iz.

19 Şubat 2013 Salı

Kumgüzeli

Ulus Baker

En elde edilmemiş şiirdin sen. Kuşluk vakti yazılanlardan... Bıkkın bir rahibin, bir sabah, yorgun bir vezirin akşamın alacakaranlığında muhtemelen yazacağı... Masadan doymadan kalkmış gibi okunmalı... güzelsin...
Uzaktan zor seçilebilir bir harf... Hayır hayır! Şimdi anlıyorum... Gizli bir rakam, Kabala'dan... kumun üzerine çizilen... Çöldeyiz ve başka bir yerde değiliz... ama güzelsin...
Dansederken göğüsleri sallanan kadınlardan, karadelikleri saatlerce uçuşup duranlardan, sessiz sitemleri kargaşada bile belli olanlardan tırsma öyle kolay kolay... Öyleyse bu bir nasihat... çünkü güzelsin...
Onlar bitecekler: Çizgi roman gibi kolayca, tatile çıkarken boşanan yağmur gibi apansız, menemen pişirmek gibi aceleyle... hâlâ güzelsin...
İskemle hasır ve ayaklarında yatay, ayaklarını dizlerini böğrüne çekmeye razı olarak basabileceğin yatay tahta çubuklar... Rahatına düşkün keyiften uzak Osmanlı "effendi"sinin (ephendi?) garip kahvehane illeti bu iskemleler... Otur o illete gerçekten, çekinmeden, sereserpe... orada güzelsin...
Yılgın geçilir sokaklardan, kuş gibi değil, işportacı kertenkeleler gibi de değil... Ağır aksak, akşam dörtten sonra yaz günü... Akşam mı? O kayıtsızdır... Bildiği gibi değişir, geçer, gider... güzelsin...
Kes kulakları, geçir bir sicime... Ama kaybetme... Başka ne göstereceksin savaşa dair? Kara delikler işitmiş bu öyküyü... Islanarak... Ama güzeller...
Kalp kalbe karşı... Bir arkadaşın evinde... Çiçekmiş... Hemen uzmanı geçindim. Ah! O güneş ister. Ah! Bol su asla olmaz. Oysa hiç anlamam çiçekten... Devetabanını pazı sanabilirim... Neden yaptım bunu? Çiçeğin adı sardı beni... Çünkü güzelsin...
Sözlerine delik kulağım... Özürlere sağır... Kör bir kuyu olacağım... Sen ise, güzelsin...
Güzel sözcüğünü senden başkasına lâyık göremem... Ama bir önceki cümlede görmüş olabilirim... Aldırma, güzelsin...
Mikroskop mucidi Leeuwenkoek dostu ressam Vermeer'e "su böyle işte ve başka türlü değil" demiş... Bir öpüş damlasında milyarlarca gözle görülmez yaratık... Ressamın tarafını tutuyorum... Çünkü, güzelsin...
Birkaç tel beyaz... Bizi gazlamaz... Sakınmazsın görüntünü, biliyorum... Çünkü güzelsin...
Mikroskopun mucidi Leeuvvenhoek, aynı günde doğdukları, hep komşuluk yaşadıkları dostu ressam Vermeer'e bir su damlası gösterip, "su işte böyle ve değil başka türlü" demiş... Bir öpüş damlasında kanyuvarları... Mucidin tarafım tutsam da... Sen güzelsin...
Teleskopla bulamadım... Mikroskopla bulacağım... Ayın yüzeyinin de bir dokusu var elbet... Gözenekler, sivilceler... Onlarla çok güzelsin...
Neo-liberalizm, ruhçuluk, tarikat, entellektüel, ordu, çok-insansız şirketler, öykü yazarları, kestaneyi çizdirenler, uzaktan bakanlar, Şemdinliler, tavşan falcıları, kurban sömürgenleri, onmaz kuşkuculuk, araba tamircileri, taksitle alın tutkumu, hadi... Kazık ve pazarlık... Ama son kumarım sensin... Sen, güzelsin...
Sen, güzelsin... Kuraldışı... Bastıbacak... Minicik... Ama sen, güzelsin...
Kapımın eşiği, gözümün bakışı, son ruhsal tatil, duruşum, bozuluşumsun... Pazarlık etmem... Markette yoksun... Reklamın yok! Gerçekten... Güzelsin...
Kedi sakladım senden, öykü sakladım, belki bunu da saklayacağım... İhanet... Ama sen, güzelsin...

15 Şubat 2013 Cuma

yaz güveysi

yeni gördüğümden pullar kalıyor. dirseğini koyduğu masada, saklanmış tren biletlerinde, bitmeden başa saran şarkılarda. yeni gördüğümden pullar kalıyor. bir yaz mevsimi umuyor açık unutulan cam kapı. üstünde pullar kalıyor. yüzüne bakamıyorum, rayihası gözümü alıyor. omuz kenarında bileklerim uyuşuyor. ayağını burktuğu yerde sanki, öyle yarım iç çekiyor. pullar kalıyor.

7 Şubat 2013 Perşembe

"sen yiyebildiğin kadarını ye bir..." dendi ama;
"çözebildiğin kadarını çöz, kalanını ben çözerim." denmedi hiçbir bulmaca için.

sorh


şehre palas pandıras daldılar. kim yeni gelirse anlaşılır diyorduk. anlamadılar. suların üstünden, halılardan ve anahtarlıkları ezerek göz hizasına alınmayan oyuklarından.. şehre girdiler. taze bir kızgınlığı başını kaldırmaktan daha çok seven acemiler. yeni geldiyseniz, hem de şu kırmızı ceketlerle. ah azalacak ömrünüz. pazar yeri kurulurken iki sokak ortasında diyorduk. anlamadılar. yeni sıvanmış duvarlardan ve yalancı kaldırımlardan yağmur yağınca griye evrilen.. şehre girdiler.

"biz fransızca biliyoruz" dediler. "şimdi konuştuğumuza bakmayın katalanca"


"suluboya kullanmadık nehir üstü köprülerde"


"ha bir de körü körüne..söylemedik."


"biz o bakışın altındaki niyeti.."


"hani, elinizi oynatırkenki niyeti.."


tamam da; keşke o anahtarı atmasaydınız
tezgahta suluboya izinden geçilmeyen üç yudumluk çay bardağına.