5 Mart 2014 Çarşamba

roma rakamı

Bir saat önce yüzümüze 17'lik genç kız gibi gülen gün ışığına aldanıp çıkmış, Moda'da yürüyorduk. Ara sokaklarını arşınladık, güzel gözlü insanlar gördük, tebessüm ettik...
Birden hava gridi, yağmur bastırdı. Deniz aşağıdaydı, rüzgar kapuşonumuzu çekti, sallandık.
Aldandığımız o gün ışığının 17 yaşında olduğunu unutmuşuz. Hangimiz daha önce unuttuysa, diğerini de peşinden sürüklemiş.
"Keşke şimdi bizim filmimizi çekseler" dedi annem.

'Şimdi' dedi. Çay bahçesine yakındık, deniz aşağıdaydı, rengi griydi.

Genç kızların sokakta öpüşmesine takmıştı iki adam, konuşup duruyorlardı. Yanukoviç vardı bir de. Ama o Ukrayna'daydı. Keşke Ukrayna'da olmak yerine Dostoyevski'nin kaleminden cebime giren bir karakter olsaydı. Sökük paltosu, çektiği suların iziyle bezenmiş bir ayakkabısı olsaydı.

Keşke, rüzgar bu kadar estiği için bile olsa, filmimizi çekselerdi.

Ama biz zaten kendi nezdimizde, evvelden yazılmış, önce mis sonra is kokmuş bir okunmayan kitabın filmini izliyorduk.

Kitabı bilen hiç kimse filmi beğenmiyordu. Biz, sevdiğimiz taraflarını söylemeye bile, işte bu yüzden çekiniyorduk.

Sabahattin Kudret Aksal'ı okumamız geldi aklıma İzmir'de denizin yanında. Deniz siyahtı, biz, Alper İpek ve ben, ilk defa bir şişe içine not kağıdı koyma fikrinin ne kadar dahiyane olduğuna kaptırdık kendimizi.

"Halbuki, bir sabah erken uyanınca balkona çıkmak da güzel" yazıyordu kağıtta, ben okumadığım tüm romanların filmini çekiyordum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder