19 Haziran 2015 Cuma

kamikaze

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, ben söze böyle başlayınca 55'lerimde seyrediyorum. Aceleyle aklımı kovalamaktan vazgeçtiğim o küçük anlarda bazen tarifsiz bir huzur hasıl oluyor. Metroda, vapurda filan insanları seyrediyorum. Ufak ayrıntılara, sözlere takılıp kalıyorum; içimi açıyor. Zaman bir anda ağırçekim işliyor. Sanki sol kanattan Fazlı gole gidiyor, tüm ayrıntısını bir daha izliyor, yeniden seviniyorum. Bisikletle geçerken çuhaları seren aile, ben dönerken yakar top oynamaya durmuş oluyor. Hayatın kurgusuna sırıtıyorum.

Sonra, akşam vakitlerinde çıkıp oturduğum iskemlenin etrafını köpekler sarıyor. Rahatsız ediyorlar. Sadece beni olur mu canım? Herkesi.

Şimdi bu köpekler eğer gerçekten isteseler, bir çırpıda parçalarlar bizi ve ne kadar çelme taksak da kurtulamayız salyalarından. Ama gel gör ki; istemiyorlar. Biz de önce onlara dilimizin döndürdüğü kelimeler dahilinde bağırıp çağırıp sonra garsona söyleniyoruz: "Alsanıza bunları burdan, aaa yeter ama!" İşte bu an, tostun ılıma süresinde geçirilecek en vasıflı zaman dilimlerinden sayılıyor.

Evet patron elbette biziz fakat güçsüzlükten de ölüyoruz. 20'lik dişlerimiz bile artık çıkmaya tenezzül etmiyor. Ayakta kalmak için multivitaminler, çimlere basmak için yumuşak tabanlı ayakkabılar gerekiyor. Kendimize üzülmek ne mümkün; bir "ah" demeyi dahi çok görüyoruz. Köpekler yese bizi ömürleri bile uzar, abur cuburu fazla kaçırdıysak öldüklerinde bir süre çürümez kalırlar hatta, içimizdeki katkı maddeleriyle.

Yahu aslında ben bunları yazmayacaktım. "Felsefenin parlayan sorusu: Peki şimdi ne yapacağım? oldu." diyerek ahkam kesecek, bunlardan bahsedecektim. Camus görse hasetinden çatlar, artık "Neden intihar etmediğimiz" gizemine göz ucuyla bile bakmıyoruz diye... Böyle şeyler diyecektim mesela.

Sonra birden aklıma geldi. Ne yazarsam yazayım şu hayatta; onu Dostoyevski'nin okuma ihtimali söz konusu değil. Hadi onu geçtim, "Sevgili Aşık Veysel, gel ben de sana bir türkü söyleyeyim" desem, iki yakamızı bir çırpıda yakamayız. (Burda aşka gelip gidişattan şöyle kurtulunabilir: "Ulan Kazancı Bedih bile öldü be. Hem de zehirlendi öyle gitti. Beş parasızdı lan...")

Ah n'apalım, soba borularına çorap asmaya yarayacak demirlerden biraz daha üretelim bari. Kendimize acımaktan utanmayalım. Dondurmayı tek top alınca da yarımşardan iki çeşit koyabilirler mi, bunları da soralım. Har vuralım ciğerimize doğru. "Bir insanın sadece gerçeklerle yetinmesini aklım almıyor" sözünü eden o adama ne oldu söylesenize! Diyelim çağrı merkezini arayınca.

Çay koyalım çay. Çay koyalım da geçsin.




Bu arada ben buraya "Biliyorum sevgilim,
ben hafızama körleşip seni sevsem bile rüzgar karambole eser,
biz saçımızı düzeltirken kirazlara kargalar çömer." Dersem,  hepsi bir aşk metni haline gelir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder