11 Ağustos 2015 Salı

Magnoliopsida

Oturuyoruz kahvelerde. (Kahve deyince romantik oluyor, yoksa aslında en ucuz içeceği 6,50'ye alabildiğin 3. dalga bir yer burası) Neyse, içim çok sıkılıyor. Yani bağırsaklarımdan başlıyor içimde gezen o minik robotlar. Isırıyorlar ağır aksak. Dolaşıyorlar ama yukarı çıkmıyorlar, ısırdıklarını koparmıyor, yutmuyorlar. Çirkin bir ağrı yaratıyorlar sadece. Uyuyana kadar geçmiyor, uyuyunca geçmiyor. Sonra biri "günler geçiyor" filan diyor. Birlikte oynadığımız çocuklar evleniyor ve bazıları garip biçimlerde ölüyor. Ondan sonra sıkıntı dönüşüveriyor.
Ben size söyleyeyim, o aşk acısı sandığınızdan da, heyecan dediğinizden de, köpekler gelince vuku bulan korku kıpırtılarından da... hepsinden bu robotlar sorumlu. "İç peksimeti robotu" diyoruz biz bunlara. Çaysız gitmiyor, çayla gitmiyorlar. Ya çok yağlı, ya da pek kuru oluyorlar. Yedikçe alışıyorsun fakat ısırıklarına.
Duramıyorum yerimde. Bir felaket bekliyorum, olsa rahatlayacağım. Gök delinse, ben rahatlayacağım. Delinmiyor, kalsın. Kalıyor. Bir yere gidemiyorum. Bu yüzden bir sürü yere gittim. Öyle de olmuyor.
Üzümü "gerçek gibi" natürmort tablodan alıyor gözlerini birden. Bana çeviriyor. "Hayatta en sevdiğin şey ne senin?" diyor. Biraz düşünüyorum. Sanki bu üstten bacaklı kahveye bunun için gelmişiz gibi, şaşırmıyorum. (yemek yapmak, hayır yemek. yok yapmak. film. filmler. bakmak. yukarı bakmak. sahne. tiyatro sahnesi. kovalamak. yolculuk. yürümek. bisiklet. hızlı sürmek. konuşmak. çocuklarla. orman çocuğu olmak. sormak. sorup dinlemek. pencereler. gitmek.) "Galiba gitmek" diyorum. "Yani öyle, gitmek işte" "Daha çok alışkanlığım olsaydı, onları bırakmak sonra da gitmek yeterince iyi gelirdi belki." "Trenlere binseydim, bir de o tenha sulardaki o eski teknelere atlasaydım. Kirli sulardaki... Daha iyi gelirdi belki."
Çok üzülüyoruz halime. Ne içtiysek yarım bırakıyoruz. Yetmiyor. Bir ben üzülüyorum. Sonra onun kulağına eğilip söylüyorum. O üzülüyor. Sonra yanındakine söylüyor. Tanımadığımız yanımızdakilere. Üzgünçlüğümüzden harfleri bırakıyoruz tek tek. Geriye kalıyor bir kırmızı karpuz. Peksimet yok, peynir var. Bir güzel yiyoruz üzgünçlüğümü. Kapının önüne oturuyoruz. Çaylar demliyoruz mütemadiyen. Gamzelerimiz de beliriyor.
Bir yaşlı kadına ihtiyacımız oluyor işte tam bu an. Üstünde vişne rengi, uzun kollu bir entari. Parmakları ve topuğunda benzer çatlaklar. Ellerinde kayısının, kirazın tatlı şerbeti. Beli hafif kambur. Omzu isli süt kokan, bir yaşlı kadına ihtiyacımız oluyor.
"Allahım çok şükür" desin diye.
Biz bunu demeye çok utanıyoruz.

3 yorum:

  1. Dear Emilio,

    Thank you for your kind message and your interest :)
    I saw your blog. I think that, your idea is so nice and sincere. It will be my pleasure to send you a letter from Turkey. Also, i will send an e-mail before that.

    With love,

    Elif.

    YanıtlaSil
  2. Bir güzel yiyoruz üzgünçlüğümü.

    Turgut Uyar kıskanmış mıdır bu niye benim aklıma gelmedi diye

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zamanlar çok Turgut Uyar okumuştum belki de. Belki de o olmasa zaten yazamazdım bunları :)

      Sil