10 Ekim 2015 Cumartesi

Babama N'olmuş

Çok sevgili babacığım!
Bana son günlerde bir ara, senden korktuğum gibi bir savı hangi nedenle ileri sürdüğümü sormuştun. Her zamanki gibi bir yanıt bulup verememiş, bu da işte biraz yine senden korkmamdan, biraz senden korkmamın nedeninin pek çok ayrıntıyı içermesinden, dolayısıyla bunları yarı buçuk da olsa sözle belirtemeyeceğimden kaynaklanmıştı. Şimdi sana yazıyla yanıt vermeye kalkıyorsam, bu yanıtta da yine pek çok boşluk kalacak, çünkü söz konusu nedeni kaleme alırken, senden duyduğum korku ve bunun yol açacağı sonuçlar sana karşı özgür davranmaktan beni alıkoyacak, konunun büyüklüğü belleğimle zeka gücümü enikonu aşacaktır.
Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanamadım. Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın bir çok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.
Yaşamak konusundaki beceriksizliğin artık seni ne ilgilendirecek, sorumlusu benim zaten, sen rahatça uzanıyorsun ve kendini hayatta, hem bedensel hem de zihinsel olarak bana çektiriyorsun. Öncelikle kısmen sana da yöneltilebilecek bu itirazın senden değil, tam da benden geldiğini söyleyerek karşılık vereceğim buna. Senin başkalarına karşı beslediğin kuşku bile, benim kendime yönelik kuşkumdan daha büyük değil, beni sen böyle eğittin.
Sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor ya da onun gibi bir şey. Büyük şehirde, ülkeyi yönetenlerin toplandığı salonda neden bulunduğunu hiç düşünmedin. Ayrıca insanın evrendeki yeri konusunda da düşüncelere daldığını sanmıyorum. Fakat –bu söylediğim gerçekten gerçek babacığım- ben bütün bunları düşündüğüm halde yerimi bulamadım. Beni daha iyi yetiştirseydin, mesela ne bileyim yabancı ülkelere filan gönderseydin, bugünkünden daha esaslı olmasam da, kendimi ifade ve eşya ile münasebetimi tayin ve kainattaki yerimi tespit gibi hususlarda daha becerikli olurdum. Sen her zaman tutarlıydın; olduğun gibi olmaktan gurur duyuyordun; olduğun gibi davranıyordun. Bense küçük hırslar yüzünden bocalıyorum; senin deyiminle "iki cami arasında beynamaz" ya da senden önce senin gibi rahmetli, olan Numan Beyin deyimiyle "güreş, güreş, Hacı Muhammed altta" bir durumdayım. ‘Tedrici inhitat’ oluyorum senin anlayacağın. Görüyorsun senin hayat hikayeni bahane ederek gene kendimden bahsediyorum.
İlk yıllardan yalnızca bir olayı doğrudan hatırlayabiliyorum, belki sen de hatırlarsın. Bir keresinde gece vakti durmadan su diye mızırdanıyordum, kuşkusuz susuzluktan değil, belki kısmen sinirlendirmek, kısmen de kendimi oyalamak için. Birkaç sert tehdit fayda etmeyince, beni yatağımdan almış, sahanlığa taşımış ve geceliğimle kapalı kapının önünde kısa bir süre yapayalnız bırakmıştın. Bunun doğru olmadığını söylemek istemiyorum, belki de gece huzuru sağlamak o sırada ancak bu yolla mümkündü, ancak burada senin eğitim yöntemlerini ve bunların üzerimdeki etkilerini açıklamak istiyorum. O zaman herhalde uslu durmuştum sonrasında, ancak bu olay içimde bir tahribata yol açtı.
Yakın çevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, “Ne güzel” diyorlar, “Bunu bir yerde kullansana.” Onun için, çok özür dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım. Geçen zaman ancak böyle değerleniyormuş; insanın geçmiş yaşantısı ancak böylece anlam kazanıyormuş. Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye çalışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum. Sonra da seni anlamadıkları zaman onlara kızıyorum.
Evlilikten duyulan korkuyu, ebeveyne karşı işlenen günahların bedelini ilerde çocukların ödeteceğinden duyulan korkuya bağlayan bir görüş var. Benim durumumda, bunun çok büyük bir önemi olduğunu sanmıyorum, çünkü benim suçluluk bilincim zaten senden kaynaklanıyor ve fazlasıyla benzersiz özellikler taşıyor, hatta bu eşsizlik hissi, onun eziyet verici yapısının bir parçasını oluşturuyor; bir tekrarı düşünülemez. En azından böyle dilsiz, donuk, kuru, süfli bir oğlun benim için katlanılmaz olacağını söylemek zorundayım, eğer başka bir imkan bulamazsam, ondan kaçardım herhalde, senin evliliğim yüzünden yapmak istediğin gibi yurdumdan göçerdim. Yani evlenmedeki beceriksizliğim konusunda etkilendiğim şeylerden biri de bu olabilir.
İstiyorum ki evde annem gibi biri olsun ve ben de mutfağa giderek “Burada gene bir şeyler kaynıyor Muazzez” diye içeri seslenebileyim ve bana “Kaynadığını görüyorsun, altını kıs Cemil Bey” denilsin ve ben de hiçbir şey yapmadan mutfaktan çıkayım.
Seninle aramdaki bu özellikle talihsiz ilişkide, bağımsızlaşmak istiyorsam, mümkün olduğu kadar, seninle hiçbir ilişkisi olmayan bir şey yapmalıyım, evlilik en büyük şey gerçi ve en onurlu bağımsızlığı sağlıyor, ama aynı zamanda seninle çok yakın bir ilişkisi var. Çıkışı burada aramanın, bu yüzden deliliği andırır bir yanı var ve her girişim neredeyse delilikle cezalandırılıyor.
Senin işin bir bakıma kolaydı babacığım. Birçok şeyi yok sayarak belirli bir düzen içinde yaşadın. Sinemaya gitmedin. Hiç roman okumadın. Zeytinyağlı enginar yemedin. Yabancı ülke özlemi çekmedin. Kimseye hediye almadın. Evde kuşkonmazdan başka bitki yetiştirmedin. Yalnız halk türkülerini sevdin. Basit beğenilerinin yanında beni şaşırtan duyarlıkların vardı. Bir örnek vermek gerekirse
"Çalkan Karadeniz çalkan
Gemiler açıyor yelken"
gibi beni çok duygulandıran bir masal türküsünün yanısıra
"Yekte yavrum yekte
Pastırmalar yükte"
türküsünü de aynı keyifle söyledin ve dinledin. Ben sonradan edindiğim bir duyarlıkla, ikincisini sanki alaya alıyormuşum gibi değerlendirerek işin içinden çıkmayı denedim: Şu ‘filan’ sözünü, basit duygululuklarımı gizlemek için kullandığım gibi filan…
Okuyana not: Her paragrafik boşluktan bir önce yahut sonra, Oğuz Atay’ın "Korkuyu Beklerken" kitabındaki Babama Mektup’undan bir bölüm; yine boşluklar evvelinde ya da ardında, Franz Kafka’nın "Babaya Mektup" kitabından cümleler bulunuyor. İki yazarın da babaları, kendilerine yazılan bu mektupları hiç okumamış veya okuyamamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder