25 Ocak 2016 Pazartesi

Salon Salomanje

Kış mevsimi yalnızca çocuklukta yaşanır. Siz büyürsünüz, şimdiki zamanda Kış; çocukların olur.

İkinci Dünya Savaşı'na, Stalin'e, Mussoline'ye, varoluşçuluk, feminizm, 68 olaylarına, boku çıkmamış sosyalizme, Prag baharına... bunların hepsine iki gözü değmiş Aragon aksini söyleseydi eğer; mutlu aşk da olurdu.

The Bed, Henri de Toulouse Lautrec, 1983

İçe Kapanış

"Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin." (Baudelaire)

Charles Baudelaire (9 Nisan, 1821 – 31 Ağustos, 1867) 19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden. (Vikipedi)

“Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız." (Baudelaire)

Mutsuz bir çocukluk geçirdi. Babası 1827'de öldü. 1839'da okuduğu okuldan disiplinsizlik yüzünden atıldı. (Vikipedi)

“Güzel üslubun tutkunu aşığa kalabalıklar kin besler, bilirim; yine de, insanlığa saygılı olmak, edepli görünmek, işbirliği, kamuoyunu kazanmak gibi hiçbir uydurma, yapay düşünce beni çağımızın anlaşılmayan, acayip dilini konuşmaya, mürekkebe erdemi bulaştırmaya zorlayamaz.” (Baudelaire)

Hukuk öğrenimi görmeye zorlanan Baudelaire, buna başkaldırarak Quartier Latin'de bohem bir hayatı seçti. (Vikipedi)

"Ey güzeller güzeli, sana demem o ki,
Binbir ışıkla renk bezemiş gençliğini;
Çizmek isterim resmini tez,
Kucak kucağadır orada ilkyaz ve güz." (Baudelaire)

20 Yaşında Hindistan'a gitmek üzere yola çıktı. 1842’de Fransa’ya döndü. Sonradan metresi olan Jeanne Duval ile tanıştı. Babasının mirasını aldı ancak bu parayı hesapsızca harcadığı için ailesi miras hakkını geri aldı. (Vikipedi)

"Koyu bir çamur bulup solucanlara uysam, Bir derin çukur kazsam canım için cihanda, Serip kart kemikler’mi, bi yatsam, bi uyusam, Bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda." (Baudelaire)

1848'de devrimcilerin yanında yer aldı. 1857'de Les Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri) (Elem Çiçekleri) kitap olarak yayınlandı, içindeki altı şiir kamu ahlâkına aykırı bulunduğu için Baudelaire hakkında dâvâ açıldı. (Vikipedi)

"Ey acı! ey acı! Zaman ömrü yiyor, Ve kalbimizi kemiren sinsi düşman Kaybettiğimiz kanla gelişip büyüyor!" (Baudelaire)

Bir tür otobiyografi olan Çırılçıplak Soyulan Yüreğim üzerine çalıştığı ve 1862’de "Paris Sıkıntısı" adıyla düzyazı şiirlerini yayımladığı sırada frenginin yan etkileri giderek kendini daha fazla hissettirmeye başladı. İki yıl kaldığı Belçika’dan dönüşünde felç olan sanatçı 31 Ağustos tarihinde Paris’te 46 yaşındayken öldü. (Vikipedi)

"Derdim: yeter, sakin ol, dinlen biraz artık; Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam, Siyah örtülere sardı şehri karanlık; Kimine huzur iner gökten, kimine gam." (Baudelaire)

11 Ocak 2016 Pazartesi

Trofoblast

"Hatırlıyorsunuz değil mi, dört yıl önceki doğum günümü de sizinle burda kutlamıştık.

-Peki ben nerdeydim anne?

Sen o zaman doğmamıştın ki canım.

-Nerdeydim peki anne?"

6 Ocak 2016 Çarşamba

Çocuğun eldivenleri, şapkası, botları, montu.
Abisinden ona kalan; siyah, yeni boyanmış botları. İpleri düğüm, sünmüş, uzamış. Uçları çamura bulanmış. Uçları, çiğnenmiş gibi iplerin. Kenger sakızı gibi.. Çamurlu yollardaki ipler, ağzını açmayan ölü solucanlara dönüyor. Siz bunu bilmezsiniz. Montunun fermuarı yalama olmuş. İçerden bir çıtçıtla tutturmuş. Kolları, omzu filan, her şeyiyle büyük geliyor. Kolundan güçlükle çıkardığı elleri hafif kırmızı, parmak uçları nispeten beyaz.
Artık o düşündüğümüz, sevimli çocuk olmaktan uzaklaştı. Botlarını gördük. Koca montunu. Tırnaklarını yiyişini, dudağını ısırışını.. "Temiz ve tatlı" değil artık.
Ağzına kadar gelen sümüğünü kurtarmak için o şişman burnunu da bir güzel çekmeliydi işte tam şimdi. Bazı şeyler yetişmedi.

3 Ocak 2016 Pazar

Otonomi

Sıradan bir güne gereğinden fazla değer atfetmemek gerekir. Sıradan bir günü güzelleştirmek adına yapılacak şeyler listesi bellidir. Sırasıyla yapılır.

İşe gidilmeyen sabahlar için bir iki de yumurta gerekir. Ekmek bir de, mümkünse yarısından çoğu henüz yenmemiş.

Mutfak duvarlarında mavi beyaz minik fayanslar, mermer lavabonun baktığı kısımdaki ikisinin kenarları çatlak. Henüz çatlamış, köşesi biraz dökülmüş. Döküldüğü yerdeki tozlar, sıçrayan suyla birleşmiş, yeni yapılan dolgu gibi tedirgin duruyor azı dişi kenarına. Bu arada fayansın beyaz kısımlarını haddinden küçük daireler oluşturuyor. Desen değil de eskimekten almış biçimini gibi. Fakat öyle de değil. Mermer lavabonun içinde enine çapraz, tek bir çizgi var, nispeten kahverengi. Dökülen çayın yılları kemiren izi.

Mutfağa girince çayın taze buharı buram buram kokuyor. Henüz demini almamış, çiğlikten uyuşuyor. Küçük apartman dairesini sarmaya başlayan bu koku, devlet dairelerinde çay ocağının hemen yanındaki odanın halini hatırlatıyor İsmet'e. Ya da bir muhasebecinin o eski handaki, üçüncü kattaki ofisi. Babasıyla gittikleri.

Babası, az evvel, çayı demledikten sonra oturduğu kanepede öldü İsmet'in. İsmet gördü. Yerinden kalktı, önce balkon kapısını kapattı. Sakinleşmek için çay almaya gitti sonra. Birkaç dakika boyunca fayanslara, lavaboya baktı. Migren ağrısının ardından beliren aydınlık gibi, zihni yavaşça açıldı.
Kokunun çiğliği İsmet'in midesini kaldırdı sonra. İsmet düşündü: "Peki acil servisi mi, yoksa polisi mi aramam gerekiyor şimdi?"