23 Nisan 2017 Pazar

Füsun

Şu yaşıma geldim, yapabildiğim en yüce şey: çocukluğumu kutsamak. "kutsanmış çocukluğum adına" adındaki süzgecimden geçiriyorum. geri kalan hiçbir şey içime sinmiyor. süzgeç deyince de aklıma elek geliyor. bilmeyen bilmez, bilmeyenin bilmediğini biliyorum. elek üzerinde kalanları ve altına geçenleri iki gözümün beneği gibi iyi biliyorum. süzgeç deyince aklıma elek geliyor. yadsımıyorum. insanlar birbirlerini yalnız bırakarak yalnızlığı tercih ediyorlar. annemin babama yaptığı, benim babama ve anneme yaptığım, babamın da benim bilmediğim insanlara yaptığı sanıyorum ki bu. işler sona erince kendime işler uyduruyorum, işlerimin birlikte sona erdiği kimselerle aynı toplu taşıma araçlarına binmeyeyim diye. bu bana zul oluyor. beyaz yakalı filan değilim, o yüzden böylesi bir durum zaman zaman başıma geliyor, fazlasıyla çabalıyorum ayrı kalmak için.
vakit çoktan geçmiş gibi geliyor fakat, bu geçiş bir ileriye gidiş değil asla, bu sebeple zorlanmıyorum sanki. oyalanmak için fazlasıyla yorucu etrafımı saranlar. kişioğlu böyle böyle haddinden fazla yemek yiyor yahut sapkınlıklara sarınıyor sanıyorum. "her nerede değilsem orda iyi olacakmışım gibi" de gelmiyor, çünkü bu iyilik kimseye bir faydası olmayan bir oyalanıştan ibaret olacak, bunu da elek mevzu gibi biliyorum. schrödinger'in kedisi gibi bir füsun. bu aldanmada hep daha azı, daha da fenası var fakat; sadece bilmediğimiz bir ikinci ihtimal düşüncesi, daha ileriye gitmek için yetiyor. devam etmeye yani. ne garip. herkesin bilmekten korkutuğunu herkesin içinde söyleyince kimse yadırgamaz. bir kişi bile yadırgarsa bu, ileriye dönük fark edişin kapısını aralar. sıhhatimiz için, kimse yadırgamaz. söyleyen alışana dek... sonra restoranlara gidilir. eski filmler de çoğunlukla bundan bahseder, avrupa ve kuzeyde'de. (bunu yazan güldü)
kişi kendi cezasını ise kendi başına kaldığında, yine kendi yaptıkları üzerinden verir. kimi zaman da layık görmez kendini, yeterince saf olduğunu düşünmezse hak etmek için dilediği o tüm şeyleri. kendi kendini engeller. bunu da biliyorum, evet elek meselesi gibi, ya da olgunlaşmaya başlayan dutlar gibi yeşilden beyaza. her yerini biliyorum her yerini... bilmek ve sevmek aynı anlama gelmiyor elbette, öğrendikçe sevmek ise olgunluğu besliyor. sevmek öğrenilir, sevebilmek bir meziyettir. rüyaları dinleyebilmek ve şiirleri düşünmek.. öğrenilir. hayatının son yedi gününden bahsedeceğini söyleyen bir adamla başlayan bir şarkı vardı. adam bu sözü söyledikten hemen sonra preisner'in piyanosu giriyordu. şarkı bitene dek bir daha adamın sesini duymuyorduk ve şarkı bitiyordu. peki adam ne diyordu?

3 Nisan 2017 Pazartesi

sonrasındaki derin hüznü bildiğim hayat hikayelerinin artıklarına dayanamıyorum. birikimlerine, günlük ve mektuplarına... içimi fazlasıyla acıtıyor. keşke hiç olmasalar. van gogh'un kardeşine mektupları, yahut pessoa'nın hayatının aşkına... okurken sonrasını, ordaki çaresizliği biliyor olmak içimi fazlasıyla acıtıyor.