29 Ocak 2018 Pazartesi

Efsun

"Sana korkunç gülümsemeler bitti, sonra hiç kimseyi göremedim."

Uçabilen, ya da uçan işte yani kanatları dahi olmadan, rüzgarda savrulan mesela. Yani bir kuşun katman katman kanadının ikisinden birinden vazgeçip, kopup aşağılara düşmüş bir tüy mesela, ya da lalettayin bir poşet, kenarı delinmiş hor kullanmaktan. Bu mevsime eğreti bir çubuk kraker ambalajı yahut, hani o kırmızısını çoktan güneş almış götürmüş. Uçabilen o kutsal varlıklar... Ya da uçan işte canım, hani şu kanatları dahi olmadan, rüzgarla savrulan mesela...

Bundan birkaç zaman önceydi. Geçmişe yaslanamıyorum ama. Kör bir çoban yaşardı, çocuklara hikayeler anlatırdı. Çocuklara kuşlardan, kurtlar yahut kuzulardan bahseden masallar anlatırdı. Dinazorlardan söz etmezdi ama, o zaman böyle havalı değildi çünkü dinazorlar. İki adet gömleği vardı, birinin mavisini güneş almış götürmüş. Diğerini neredeyse her gün giyerdi. Böyle söyleyince titiz değildi sanmayın sakın.
Çobanın evi ayaza bakardı, dağlar tepeler hep ardında kalırdı. Bu kerpiçten ev, yaz vakitlerinde gün ışığını göğsünde yumuşatır, damında bekleyen domateslere pay ederdi. Akşam oldu muydu, yıkardı bizim çoban kıyafetlerini baştan aşağı, ve yıkardı onu karısı, öyle usulca, öperek omuzlarından...

Karısı vardı ya; öyle de güzeldi. Elaydı gözleri, topukları pembe, kalçaları yusyuvarlak ve büklüm büklümdü saçları. Çobanın gözleri, karısına yakınken elleri olurdu, ayakları olurdu. Çobanın saçının telleri olurdu gözleri kadına değdikçe.

Köy aşağılarda kalırdı. Aşkları geceleyin o en güzel evlerinden görünen yıldızlarda ışıldardı. Karısı çobana yıldızları anlatırdı, neye benzediklerini. Büyük ayının namı yoktu orada, karısı "çiçek takmış tırpanlar gibi" derdi, yahut "kaynamaya teşne süt köpüğü" derdi Samanyolu için mesela. Her gece başka bir gökyüzü görürdü karısı, çoban onu dinlerdi, yorgun suratında kocaman gülümseme ile... Pembe kış gecelerine ise karısı hep kendi yanaklarından pay biçerdi, çünkü adı gibi emindi, kocasının aklı gözü, onu bilirdi.
Gün ışığında şehveti uslandıran bu genç çiftin şimdiye dek hiç çocukları olmamıştı. Bir küçük kusuru daha vardı, kısırdı kör çoban. Fakat karısı kendini kısır sanırdı. Çobanı da buna inandırmıştı. Bu yüzden ötesini hiç sormamışlardı...

Efendim bu öykümüzün devamında karısı kör çobanı hikaye anlattığı çocuklardan kıskanıyor. Kısır oluşundan ötürü kendini eksik gördüğü için de intihar ediyor. Bunun neticesinde çoban avare oluyor. Komşular işte burada devreye giriyorlar. Malatyalı Fahri'nin başına gelenlere benziyor olup bitenler ve elbette bir bit yeniği, bir efsun aranıyor... Fakat bunları anlatmaya şu an için gücüm ve tahamülüm yok. Hala inanırsam, başka bir zaman anlatacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder