19 Ağustos 2011 Cuma

Hal-i Pürmelal

Hiçbir yaşam belirtisi yok. 
Adamın saçları uçuşuyor tamam. Günden yahut trafo seslerinden değil yok.
Tenha bir lodos esiyor denizden. Beklenenin aksine ulaşımı da kilitliyor evet. Ama o kadar. 
Biz yalnızca üç kişiyiz. Rüzgar da üç kişilik esiyor. Tenha, bir de namüsrif üstelik.
Hiçbir yaşam belirtisi yok. Yakın çevresini oyalayan kuşlar dahi şöyle bir süzüp uçuveriyor hemen.
Ahaliyi kovup koca odada misafir bekleyen beyaz örtülü koltuk gibi
Eşikte tüm haylazlığıyla parmak uçlarını gıdıklayan çocuğa katiyen mani olan üstelik.


Bana mı dedin? diyerek döndük üç yüzümüzü. Sokak fısıltılarını birbirimizin diline mâl etmiş, kalan bencillikte duymak isteneni algılamıştık. 
Hayır dedim, bir diğeri başını iki yana salladı; sorarken bile öylesine olduğunu bilen öteki ise çoktan yeni dalgınlığını göz hapsine almıştı.
"Hayır"ın yanlış anlamaya mahâl vermeyecek olgunluğu bulması, soruyla danışıklı bir orantı tablosuna bağlı. "Bana mı dedin?" fırsatını reveransla karşılarım bu yüzden.
Lodos sustu, tekneler alabora. Üçümüz toprakları eşeleyip yeraltı canlılarına güneşle eziyet etmeye çoktan alışmışız. 
Görünen o ki; iyi halden yırtmak için daha kötüye muhtaç olmaya da doyamadık henüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder