31 Ekim 2018 Çarşamba

çelik çomak patladı

İntihar etmek üzere beş katlı bir binanın tepesine çıkmış bir adam var. Belli ki bir süredir orada. Biraz perişan görünüyor.

Binanın dibinde kalabalık toplanmış, itfaiye gelmiş, ambulans gelmiş.

Bir adam eline bir megafon almış şöyle bağırıyor aşağıdan: "Muzaffer bak inmezsen eğer, yan binaya çıkıp senden önce atarım kendimi aşağıya. Bunlar da yetişemez, hiç biri yetişemez."

28 Ekim 2018 Pazar

Figura o Retrato de Muchacho

  • Spilimbergo, Lino Claro Honorio Enea 
    Nacionalidad Argentina
    (Argentina, Buenos Aires,1896 – Argentina, Córdoba, Unquillo,1964)

9 Ekim 2018 Salı

çöpte yemeğini arayan çocuk

ah ben de keşke. uçabilseydim. şuradaki güvercin gibi.
güvercin yedi önündeki masadan saçılan kek kırıntılarını ve uçtu. başka bir parka, yol kenarına, bir apartmanın kokuşmuş ıslak gri köşesine... rızkını aramaya. ah ben de keşke. uçabilseydim. şuradaki güvercin gibi. o zaman aç kalmazdım. hem az ile doyar, hem onu bulmak için böylesine uğraşmazdım.

6 Mayıs 2018 Pazar

yaşamına yoksulluğun hakim olduğu insanlardan yeterince "iyi" davranmasını bekleyemezsiniz. 

3 Mayıs 2018 Perşembe

Rus Ruleti

Otomobil, uzun, dönemeçli yolda ilerliyordu. Çok uzaktan, arkadan sadece bir otomobil olduğu seçiliyordu. Tozu dumana katıp virajı dönüyordu. O filmdeki gibi.
Çocukların yazmalarını terleten kavruk bir Mayıs günü, otomobilin peşine üşüşen o duman üstüne, bir de sarısı ekleniyordu.

İçinde iki adam vardı. Birisi diğerinden biraz daha genç. Biri sürücü koltuğunda, diğeri ise onun hemen yanında oturuyordu. Kendi hizalarında, arka koltukta iki demet çiçek duruyordu. Birisi papatya ve sümbüldü bir diğeriyse. Birisi beyaz, diğeri eflatun bir kağıda sarınmış. Acelece sarılmış fakat, öyle ki yatalak bir hastaya götürülen çiçeklere dönmüşler bu nedenle.
Bahardı evet. Bahar o an sadece burada, şu arka koltukta kendine geliyordu.

Bir silah duruyordu vites kolunun da olduğu boşlukta. Küçük bir silah.

İlkin, sürücü koltuğundaki adam dayadı silahı başına, yavaşladılar. Sanki her gün çekiyor tetiği gibi şakaklarına, çekti tetiği. Adam buz gibiydi, bembeyaz değil, buz gibi. Silah ateş almadı.

Otomobil, uzun, dönemeçli yolda ilerliyordu. Hemen arkasından bakınca, ne kadar eski olduğu seçiliyordu. Tozlanmış arka camı, silecek izi bile toza bulanmış. Akşam güneşi vururken, içeride ağır çekim bir hareket sürüyor ve gölgeler birbirine dönüp yola el veriyordu.

Bu kez yan koltukta oturan adam dayadı silahı başına. Biraz tedirgindi, alnı boncuk boncuk. Çocukluğunda babaannesinin atletine iliştirdiği nazar boncuğunu ansıdı. Sağ elini götürdü böğrüne, keşke o çengelli iğne, o nazar boncuğu orada olsaydı.

Daha fazla bekletmeden çekti tetiği, tam o an boğazı kurudu. Tükürüğü yavaşça akarken yapıştı genzine. Silah ateş almadı.

Otomobil, uzun, dönemeçli yolda ilerliyordu. Arka cama yaklaştıkça şimdi, içeride yalnızca bir kişi seçiliyordu.

Eski bir barın önüne gelince durdu. Harabe binanın köşe bucağında kırmızı led ışıklar olmasa ve içeriden sızan o ufak sesler, çoktan kapanmış olduğu sanılırdı. Kendi başına, cephesi demirden bir bar. Boyası dökülmüş, yazıları sökülmüş. Yalnızca U ve S seçiliyor isminden, başka hiçbir belirti gün yüzüne çıkmıyor. Işık bir yanıp bir sönüyor ve otomobilin tozu kaplıyordu kalan küçük izleri de.

Sürücü koltuğunun olduğu taraftan indi bu sefer, az evvel yan koltukta oturan, görece genç, filketesini çocukluğunda unutmuş o adam. İlkin kendi tarafında bulunan eflatun demeti iki eliyle sıkıca kavrayarak.

Kapıdan girdi. Kapı gıcırtısının geldiği yöne başını çevirdi genç kadın. Dükkana henüz varmış, kasanın önünde önlüğünü düğümlüyordu. Bıraktı bağlamayı.

Adamı tanımıştı. Suratında hafif şaşkın bir ifade belirdi. Adam durdu öylece, kapı ardından kapandı. Kadın adama doğru yürüdü biraz. Sonra adam kadının yanına ilerledi. Çiçeği uzattı, ter içinde kalmıştı tuttuğu yerler. Kadın bir adama, bir çiçeğe baktı. Hafif mahçup gülümsedi. Adamın yüzündeki gülümse istemsizce büyüyordu. Aldı çiçeği kadın. Teşekkür etti. "Hoşgeldin" dedi, "Otursana şöyle..."





7 Nisan 2018 Cumartesi


“insan soyuna soyuna deriye varır, onura, öz saygısına varır. bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya, soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde, bu son adımı atmağı değer bellediğinde, ölmesini bilir. ne ki, bir tek kez yapılabilecek bu işi, böyle bir eylemin değerini anlayacak kişiler karşısında yapmak ister. yanılır da, sırası geldi diyerek, olmayacak bir yerde girişirseniz bu işe, acı bir masal olur çıkarsınız.” 

öykünün adı: incitmebeni.





ohrid.




22 Şubat 2018 Perşembe

one minute selfishness

birden bire nasıl da bencilleştin leyla. sen bunu görmüyor musun?
alt_1: birden bire nasıl da bencilleştin leyla. sen bunun farkında değil misin?
alt_2: birden nasıl da bencilleştin böyle leyla. sen bunu anlamıyor musun?

şarkıdaki gibi bir cevap veriyor burada leyla.
(so much desire. i can't keep myself from evil.. diyor filan öyle bir şeyler)
sus leyla, bütün börekleri yedin ve süründün kadınların suratına sürmesi için evde ne varsa. hiç kimseyi düşünmedin, sormadın kibarlıktan olsun mesela 'üşümüyor musunuz kuzum öyle?' diye şöyle azıcık bile.


29 Ocak 2018 Pazartesi

Efsun

"Sana korkunç gülümsemeler bitti, sonra hiç kimseyi göremedim."

Uçabilen, ya da uçan işte yani kanatları dahi olmadan, rüzgarda savrulan mesela. Yani bir kuşun katman katman kanadının ikisinden birinden vazgeçip, kopup aşağılara düşmüş bir tüy mesela, ya da lalettayin bir poşet, kenarı delinmiş hor kullanmaktan. Bu mevsime eğreti bir çubuk kraker ambalajı yahut, hani o kırmızısını çoktan güneş almış götürmüş. Uçabilen o kutsal varlıklar... Ya da uçan işte canım, hani şu kanatları dahi olmadan, rüzgarla savrulan mesela...

Bundan birkaç zaman önceydi. Geçmişe yaslanamıyorum ama. Kör bir çoban yaşardı, çocuklara hikayeler anlatırdı. Çocuklara kuşlardan, kurtlar yahut kuzulardan bahseden masallar anlatırdı. Dinazorlardan söz etmezdi ama, o zaman böyle havalı değildi çünkü dinazorlar. İki adet gömleği vardı, birinin mavisini güneş almış götürmüş. Diğerini neredeyse her gün giyerdi. Böyle söyleyince titiz değildi sanmayın sakın.
Çobanın evi ayaza bakardı, dağlar tepeler hep ardında kalırdı. Bu kerpiçten ev, yaz vakitlerinde gün ışığını göğsünde yumuşatır, damında bekleyen domateslere pay ederdi. Akşam oldu muydu, yıkardı bizim çoban kıyafetlerini baştan aşağı, ve yıkardı onu karısı, öyle usulca, öperek omuzlarından...

Karısı vardı ya; öyle de güzeldi. Elaydı gözleri, topukları pembe, kalçaları yusyuvarlak ve büklüm büklümdü saçları. Çobanın gözleri, karısına yakınken elleri olurdu, ayakları olurdu. Çobanın saçının telleri olurdu gözleri kadına değdikçe.

Köy aşağılarda kalırdı. Aşkları geceleyin o en güzel evlerinden görünen yıldızlarda ışıldardı. Karısı çobana yıldızları anlatırdı, neye benzediklerini. Büyük ayının namı yoktu orada, karısı "çiçek takmış tırpanlar gibi" derdi, yahut "kaynamaya teşne süt köpüğü" derdi Samanyolu için mesela. Her gece başka bir gökyüzü görürdü karısı, çoban onu dinlerdi, yorgun suratında kocaman gülümseme ile... Pembe kış gecelerine ise karısı hep kendi yanaklarından pay biçerdi, çünkü adı gibi emindi, kocasının aklı gözü, onu bilirdi.
Gün ışığında şehveti uslandıran bu genç çiftin şimdiye dek hiç çocukları olmamıştı. Bir küçük kusuru daha vardı, kısırdı kör çoban. Fakat karısı kendini kısır sanırdı. Çobanı da buna inandırmıştı. Bu yüzden ötesini hiç sormamışlardı...

Efendim bu öykümüzün devamında karısı kör çobanı hikaye anlattığı çocuklardan kıskanıyor. Kısır oluşundan ötürü kendini eksik gördüğü için de intihar ediyor. Bunun neticesinde çoban avare oluyor. Komşular işte burada devreye giriyorlar. Malatyalı Fahri'nin başına gelenlere benziyor olup bitenler ve elbette bir bit yeniği, bir efsun aranıyor... Fakat bunları anlatmaya şu an için gücüm ve tahamülüm yok. Hala inanırsam, başka bir zaman anlatacağım.