10 Mayıs 2016 Salı

Bimar

"İki sene önceydi" diye başlayacaktım yazmaya. Şimdi yaşadığımız yıla ne dendiğini unuttum ardından.

Bundan iki sene önceydi, Kaçkar dağlarının kenarında (Artvin tarafı) bir küçük köyde kalıyorduk. O köyde kalmak için gün boyu yol gitmiştik ve bilmiyorduk bizi neyin beklediğini. Bekleyen, "hayatın kalanı" imiş.

Bu his insana bir an için gelir, birden gider. Çocukken dolaştığınız bahçeler 34. yaş civarında, hani öylece belirir bir leylak kokusuyla. Kendinizi kaptırma lütfunda bulunursanız eğer; bu belirme anı, bayılmak hissine çok yakın taraftan içinize siner. Gerçek zamanında hiç ciddiye almadığımız bir an, bir oda, bir bakış, bir bahçe... Hayır. O odadaki köşe lambası, lambanın püskülünde biriken toz, o bakıştaki iç yaşı, bahçedeki erik ağacının kenarı, dalındaki sakız... Hayatın kalanını var eder. Ve her ciddiye alınması gereken şey gibi; kendi zamanında fark ettirmez kıymetini. Hatırlandıktan sonra ise, geriye bittiğini anlamanın hüznü kalır.
"Ekseriyetle aklımı çelen o odanın köşesi, ben ordayken hiç anlatmamıştı ciddiyetini..."

İki sene önceydi. O köyde gece yürümesi çepeçevre bir aidiyet duygusuyla içimi sarmış, tutmuştu beni. "Aşağıya inme" diyorlardı. Sabah çok daha yukarıdaydık oysa. Dağ yamacında, taş evlerin ucunda, bilmediğimiz bitkilerin aurasında. Temiz taze sütlerin sarhoşluğunda. Ve korumasında bir köpeğin. O köpek bırakmadı yürüdü benimle tam dört saat... Döndüğümüzde köye, yere oturdum, yere, yola... başını dizime koydu o köpek. Konuştuk. Sevdim. O beni sevdiği için... Sevildiğine inanmak çok daha zordur oysa; bir şeyi sevdiğini kendine itiraf etmekten.

"Aşağıya inme" diyorlardı. Elimde minik bir lamba ile yürüdüm uzunca. Dünyanın çatlağı varmış ya hani; yaşamın da bucağı var. Ordayken yalnızca orda hissettiğim, nadir anlardan birindeydim. Kavradım. Bu, zamanın yeniden yaratımı gibiydi. Daha önce hiç bulunmadığım bu yerde. Oradalığımın farkında ve bundan ziyadesiyle memnundum. Köpek vardı yanıma. Birbirine saygısından israf etmemiş, yılların dostluğunu taşıyorduk sanki omuz hizamızda. Ben, onun omuz hizasında. Aramızdaki kul hesabı mesafenin çekiminde. Yıldızlara baktım uzunca. Yine şaşırdım, yukarda bir acayip dünya, ah bir de ay olsa. Gördüğümüzle kalsa bile; ki öyle değil teleskoplar bulundukça... Ve aşağıda terk edilmez rutin. Komedi.. Fantastik.

O an, kenardaki tepeciğe kurulmuş büyük ahşap evi gördüm. Yola dönük kısmındaki odalardan birinden sarı, güçsüz bir ışık sızıyordu. Kalanı yaşlı, karanlık. Ayak ucumuza minikçe dokunan ışık, kalabalık bir düşün ıslığı gibiydi, incecik. Baktım, uzunca. Burnumun direğiyle alıyordum nefesi ufak ve acele. Kişioğlu nadiren, bittiğinde özleyeceği bir anı henüz bitmeden anlayacak kadar şanslı bulur kendini. Kokusu geldi evin. Yaşayanların. Gecenin üçünde, ayakta kalanların dirimi.
"Korkarım" dedim aniden. "Bu hayat bize yetmeyecek."

Köydeki o anın ardından; bulunduğum hiçbir yer, kendine yanaştırmadı beni. Şimdi de ordaymışım gibi gelir ara sıra. Bazen, bile isteye kendimi orda düşünürüm. Ahenkli.. Soğuk.
Sonra başka evler, buradalık. Müzik. Sindirebilelim diye, anlatmaya uğraşmadan.

Şimdi, sanki bilmiyormuşum gibi yaşadığım o bucağı; "Tanrım" diyorum bazen. "Çok güzel şarkılar var."
"Tanrım, ne olur, bizi biraz daha ayakta tut..."
Bu, o pencere. - Yaylalar Köyü, Artvin (2014)