8 Nisan 2015 Çarşamba

inglişbırekfasti

"çay yapamayacak kadar tedirginim" dedi kadın.
"ben sana gülmem, tanrım beni baştan yaratsa biliyorum, bir daha sayar günleri" dedi adam.

nereye gitsem bıraktığım yeri arıyorum. sadece oturup kalmak istiyorum son kalktığım sandalyede. bir yere varamam artık. körebe oynar gibi, kulaktan kulağa söyler gibi. utanıyorum halimden. diyemiyorum duyamadım ki, hadi bir daha söyleyin diye. onlar yeni şeyler alıyorlar üstlerine. yeni şeylere gülüyorlar. gülmek için bir şeyler arıyorlar. her travmadan yeni bir öpücük doğuruyorlar. ben de gülüyorum onlar güldü diye. bakıp öyle. gözümdeki kumaşı biraz. sıyırıp. öyle. ce.

çimler biçildiğinde duyduğum kokudan az daha okul başlayacak sanıyorum. "iç kesimlerde kar yağışı bekleniyor" demesi lazım televizyonun şimdi. utanıyorum.

bir fotoğrafçı gibiyim tenhalarda. ama beni de alıp kaldırmışlar sanki raflara. yakalaması zor bir picasso'yu kolundan tutup da çekmişim -bittabi siyah beyaz- sonra daha banyo etmeden filmi, çerçevelenmişim bir rakı sofrasının kenarına. yüzüm gözüm haydari.

ah n'apsam, sağlıklı bir çevre için canımı dişime mi takıp çalışsam artık? kağıt havlulara mı sarınsam banyo sonrası dönüşürken aloeveraya? "onu uyumadan önce yaparız" diyor adam. yediye kadar sayabiliriz. tanrım bizi affeder, toprağa dökülen şekersiz çaylar ilk damlalarda israf sayılmaz.

önce masalara yasladım kolumu. "benim" der gibi olsun diye, biraz rahat gibi. görünsün diye. aslında sadece, görünsün diye yaptım hepsini. sonra duramadım daha fazla. omzum ağrıdı da çünkü. biraz. dirseklerim.



Picasso, Hombre en Azul (1902)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder