17 Ocak 2017 Salı

Mikado

Gittiği yerlerden bana hediyeler getirirdi.

Sonra...

Hiç gitmediğim şehirlerden, hiçbir yerde görmediğim hediyeler... El yapımı defterler, mumlu kalemler, küçük heykeller, ipli bileklikler, çengelli iğneler, pilli bebekler, aromalı şekerler, çapraz çantalar, gece kandilleri, orijinal kitaplar ve daha neler. Uzun uzun anlatırdı ellerime tutuşturunca. Sanıyorum utanırdı hediye verirken. Halinde emanet duran bir kabalıkla hızlıca verirdi, öyle uzatmadan. Ama sadece bu kısmı kısa keserdi. Renkli kağıtları açınca ve görünce ne olduğunu, işte o zaman anlatmaya başlardı. Heykelciklerden yahut figürlerden, bir manzaranın akabinden, dil oyunlarından, bir tadın kusurundan, yahut kusursuzluğundan mesela bir operetin...

Sonra... 

Dedim ya, öldü.
Ah doğru, özür dilerim böyle söylememişim. Sonra gitti, gelmedi, fakat işte, hediye de, getirmedi, yine hiç görmediğim, o yerlerden.

İnsanlar ağıtlar yakıyorlar gidenlerin ardından. Herkes detone olur, ağıt yakarken. 

Nick Cave dinliyorum. 

"I need you, need you. Cause nothing really matters. We follow the line of the palms of our hands" diyor oğlunun arkasından.
Dedim ya, herkes detone olur beklemediği gerçeklerle yüzleşmek zorundayken.
Ah doğru, özür dilerim böyle söylememişim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder