11 Aralık 2015 Cuma

Steinway & Sons

1500 yıllık camii önünde pişi yiyen abla. saydam-beyaz poşetindeki düzineden bir tane çıkarıp, yağlı-temiz elleriyle kocaman bir ısırık alıp; zevkten gözlerini üç saniye kapayan abla, "ben geçmişi unuttum"

bunu aynen böyle söyledim içimden. 1500 yıllık camii önünde. kimsenin fakir olduğuna inanmak istemiyor ve zenginlerden hiç haz etmiyorduk, işte tam o anda... söyledim.
28. işim dolayısıyla kadınlara 'ablacım', erkeklere 'abi' ve iş arkadaşlarıma da yine 'abi' demeye başladım. dilim zıvanadan çıktı. bugün. 1500 yıllık camii önünde. fark ettim ki ben, unutmuşum "sübhaneke"yi yanlışsız okumayı. ellerimden kaçıp gitmiş halat çekme oyunu. mecalim kalmamış kestanelerdeki katkı maddesini düşünmeye ama; cesaretim var hala "kafam kadar yapmışlar bu kestaneleri" demeye.
bir bilge gelmedi bugün yanıma. oysa ki gelsin diye bütün kuytulara girdim, bütün iskemlelerinde çay içtim izbe görünümlü çayhanelerin. ellerimi ısıttım kahvelerin kumunda. ısırdım dilimi. ısırdım. eski kitapçılardaki kedilerin sökük kuyruğunu. üfleyip yedim, rafa kaldırdığım çingeneleri. (böyle devam edersek ne eksiğimiz kalır ikinci yeniden)

"bir çift lafına muhtacım, al yanına" diyordu, merdivenlerden üçer beşer iniyordu. şaşırtıcı olan; önünden sekerek kaçan kadın, bu aceleci adamdan çok ötedeydi, ilk adımı diyorum, kovalamaca başlamadan ne kadar zaman önce atmıştı acaba?

kadın eteklerini topluyordu, senkronize kaçıp ara sıra sendeliyordu. kah bir külkedisi, kah bir kurşun asker oluyordu.
adam... hikayeleri damağında büyüten, kendiliğinden sakar bir andersen.

akşam oluyordu. galata kulesi'nin küçük pencereleri ve eminönü; aynı sadelikte ışıyordu. o insanar. orda değillermiş gibi. eskiler de hiç olmamışlar. tüm ihtişamıyla zihin oyalayan kocaman bir dans salonunda, yalnızca merdivenlerden iniyorlar sanki.
inip; gri ıslak parlak, civadan bir zeminde içe çekiliyorlar. bütün sesler diyezden.

hepimizin etrafında bocaladığı ortak bir arzu vardı ki aslında emindik; toplu taşıma araçlarındaki sohbetlere maruz kalmayı bırakmamız icap ediyordu.

oturup kendimizce bir kumar oynadık sonra. 1500 yıllık camii önünde.
pişi yiyen abla, ben, kovalayan adam ve gelmeyen bilge.
saydı bilge, kardı dağıttı kağıtları. döndürdü kum saatini, koydu masanın kenarına.
hadi dedi, oynayalım öyleyse. önce sus, sonra başla -bir çift lafına-
Triad Stage's The Glass Menagerie

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder