28 Ekim 2019 Pazartesi

Pablo?


Ruyam sarı renkteydi, genel olarak.Uçuşan parçacıklar gibi bir hal. 

Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Öğlen sanki vurulmuş da düşmüşüm gibi öyle aniden. Uyudum. Oysa uyanalı birkaç saat olmuştu. Guernika filmini izliyordum 1950'de çekilmişti. Film zaten 20 dakikaydı. Güzeldi de, güzel demek olur mu bilmem. Acılı ve gerçekti. Sadece tabloyu gösteriyordu aslında parça parça. Bir kişi sesi vardı bir de. Çok etkileyiciydi. Bana İspanya'yı getirdi yine bir şekilde. Picasso'nun bir anını neyse. Ne getirdi ne götürdü bilmiyorum, birden bire olduğum yere seriliverdim. Rüyam başladı. Önce zıplayan, uçan fareler gördüm. Farenin bir türüymüş, tavana kadar çıkıyor. Rahmetli halamın evindeyiz annemle. Annemle hiç oraya gitmedik sanıyorum gerçekte. Ya da bir defa gitmiş olabiliriz. Çocukken Pazar günleri babam beni aldığında sık sık uğrardık. Aynı apartmanın bir alt katında da dayımlar otururdu. Dayımlara da çoğunlukla giderdim. Kalırdık bazen annemle, bazen annemsiz de kalırdım. Orada huzursuzdum. Evin de benim için pek çekici bir tarafı yoktu. Kuzenlerimin odasındaki renkli, karışık çizgili nevresim takımını severdim en çok. Fakat halamın evi, halamın ince, renkli ve zevkli kişiliğinden izler taşıyordu, huzurlu görünüyor ve genellikle güzel yemekler kokuyordu. Mutfağı kırmızı ağırlıklıydı mesela. Oturma odasında ise bir guguklu saat vardı. Büyülü gibiydi. O daireyi, holünü, odalarını, ayrıntılarını hep hatırlıyor zihnim. Beklenmedik anlarda aklıma geliyor.. İşte ruyamda da oradayız. Annem, ben ve zıplayan fare. Bir an sonra başka bir yerdeyiz bu sefer tavanın yüksekliği sonsuzluğa uzanıyor. Fakat bu modifiye olmuş fare burada da var ve yerdeyken henüz, aniden o erişilmez tavana zıplıyor, ayakları karikatür kurbağa ayakları gibi. Yapışıyor kavrıyor. Korkuyorum, bir çözüm bulmamız gerekiyor diyorum. Annem kapıyı kapatıp çıkmamızı söylüyor. Kapıyı kapatsak da biliyorum, hiç beklemediğimiz bir an, herhangi bir yerden geliverecek bu yaratık.. Bu rüyam öylece kesiliyor. Zap. Ve yenisi başlıyor. Bu yenisi görmediğim bir filme benziyordu. Almadovar'ın filmleri gibiydi. Kesmeler, kamera hareketleri vardı. Filmin Türkçe bir müziği de vardı. Hiç görmediğim güzel bir filmin bir bölümünü izledim uykumda. Sonunu daha net hatırlıyorum. Evli olduklarını tahmin ettiğim bir çift, bir limandalar. Bire bir aynı giyinmişler: Sanki 70'lerden kalmışlar. Pek özenliler. Önlerinden gemiler geçiyor, buharlar çıkıyor, gemiler yanaşıp ayrılıyorlar.. Sarı bir şapka takmışlar başlarına ince, keçe. Sarının hakim olduğu zevkli ve özenli kıyafetler giymişler. İkisi de makyajlı, dudaklarında kırmızı ruj var. Uzaktan bakınca ikisi de aynı kişi gibi aslında. Kadın cinsiyetindeler gibi. Suratları aslında Picasso'nun gençlik zamanını andırıyor. Yüzlerini birbirlerinden almışlar sanki. Ellerinde eski moda kahverengi birer bavul. Birbirlerine bakıyorlar. Gitme zamanı gelmiş. Neredeyse birbirleri ile hiç konuşmuyorlar. Ara sıra bakışıyorlar sadece. Vakur bir duruşları var. O an detaylar görünüyor. Daha yakından. Bir kadının boynundayız, kırmızı dudaklarından çirkince yüzünün altındaki pürüzsüz boynuna... Sonra adama geçiyoruz, dudaklarından sakallı boynuna. Gemiler yaklaşıyor, arkalarından bakıyoruz. Biri bir tarafa, diğeri diğer tarafa gidecek. İki Picasso. Yüzlerini birbirlerinden almışlar.

Bundan sonra yazıya sarı bir Picasso işi iliştireyim derken de şu Buste de Femme tablosunu gördüm. Yaşamda bazen her şey birbirini tamamlayacağı zamanı bekliyor sanki.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder